Dip-Not bölümü, detaylı analizlerden oluşmaktadır. Referanslı ve uzun okuma yapmaktan hoşlananlara hitap etmektedir.
Didaktik olmak. Ayağımızın dibindeki tuzaklardan biri. Hele biraz da eğitimciyseniz “şu şudur, bu budur” demeye başlarsınız hemen! Kendi adıma bunun farkındayım aslında. Etkisinden çıkmaya, en azından zaman zaman kurtulmaya çalışıyorum.
Didaktik olmak. Buyurgan olmak, öğretmenlik taslamak.
Didaktik söylemin gizli özünde “ahlaki bir öğreti buyurganlığı” olabilir. Öyle ya, dini metinler bunu yapmaz mı? Didaktik ifadede belki de (s/özde) bir ahlaki buyruk vardır.
Didaktik olmanın, yönetici vasıflarıyla da ilgisi vardır. Kural ve kanun koymak. Evet, aynaya baktığımızda flu da olsa gördüğümüz şeyler bunlar.
Farklı bir açı bulmaya çalışalım: Didaktik (öğretici) olmak, empati ihtiyacının bir göstergesi olabilir mi?
Anlaşılmayı arzu eden insan karşı tarafa bir sinyal gönderecektir; onun anlamasını beklemektense, anlaşılması nispeten garanti, “hazır bir paket” yollayacaktır. Tadaa! İşte öğretici mesajlar.
“Ben, oldum. Ben buyum. Beni değiştiremezsin. Beni değiştirmeye yeltenme.” Bu mesajlar da didaktik merkezde duran kişinin yaydıklarından. Eğer pozitif liderlik özellikleriyle kendini zenginleştirmediyse, “ben değişmem” mesajının ne kadar “ölümcül” olabileceği ortadadır. İletişimin özü değişmek, hatta karşılıklı değişebilmektir. İleti ulaştıkça, o kişiyi değiştirir.
Didaktik olmak, üstün bir özellik gibi görülmemelidir. Yönetici veya eğitimci olmayan, hatta bu söylemi amaçlamayan kişiler bile didaktik olabilirler. Örneğin yolda gördüğünüz bir dilenci size ona para vermeyi dikte ediyorsa, isteksizce bu zorunluluğa düşüyorsanız, onun didaktik olduğunu düşünebiliriz.
Gizli arzusunu karşıdakine yaptırmak isteyen ama buna pek gücü yetmeyen bir kişi türlü oyunlara (gerekirse acındırmalara) girerek pekala didaktik davranabilmektedir.
Ailesini “avucunda oynatan” bir çocuk, bu onun kusuru değilse de sonuçta didaktik çekim merkezidir. Kendini (olumlu olumsuz) çocuğa adayan ebeveyn bu tuzağın içinde yaşam sürmeye başlamıştır.
Didaktik olmak bir sunuştur da. Bir durum sahneye konur. Bazen, “ben akıllıyım” gösterisidir bu, bazen “ben hiçbir şey bilmem” demektir ama her şekilde kaba saba bir öğreticilik vardır.
Tabi ki bunlar birer düşünce. Beyin fırtınasını, vitesi biraz daha yükselterek sürdürelim.
Didaktik olmak, insanlar arası iletişimi etkilediği gibi kişinin “ben oluşunu” da etkiliyor. Gerçi hep olumsuzluklardan bahsetmeyelim, olumlu yanları da sayılabilir:
- Netlik. Lafı döndürüp dolaştırmadan net şekilde ifade etmenin bir yolu.
- Eminlik. Söylediğinden emin olmanın kestirme bir şekli. Böylece, didaktik söylemin dışında da işe yarayabilir, kendinden emin olabilmek için yaşam tarzınızı ona göre kurgularsınız. Yani, araştırma, geliştirme, tartışma kabiliyetinizi geliştirirsiniz.
- Öz’lük. Pek çok fırtınalı düşünce ve yaşanmışlık didaktik söylemde kısa ve öz olarak ifade edilir. Lafın önü arkası pek merak edilmeyecektir doğal olarak.
- Cesaret. “Ben buradayım, karşınızdayım” demenin ifadesi. “Kabul edebilirsiniz veya itiraz edebilirsiniz, her ne olacaksa, işte ben!”.
Eğitimde
Eğitim yönetiminde “didaktik ortam” çeşitli yayınlarda tartışılmıştır. “Didaktik antlaşması”, “sınıf ortamının öğretmeye dönük kurgulanması” şeklinde, eğitimci ve matematik öğretmeni Brousseau tarafından 1980’lerde ortaya atılmıştır. Ortam bir çeşit “oyun” şeklinde ele alınır ama kurallar yazılı değildir. Öğrenci, yazılı olmayan kurallara göre öğrenir veya öğrenmez. Aslında öğrenci “mutlaka” öğrenmektedir, öğrenmediğinde bile “oyunun” yazılı olmayan kurallarını yerine getirmiştir. ¹
“Didaktik ortam” tartışmalarında, bu yaklaşımın riskleri de ele alınmıştır. Bunlardan biri, öğrenciye ne yapması gerektiğini söylemenin öğrenmeyi olumsuz etkilediğidir. Bir diğeri, eğitimle ilgisi olmayan bir şeyin eğitimmiş gibi algılanması, ezberlerin öne çıkmasıdır. Başka bir tuzak ise, öğrencinin öğrenmeye dönük değil de “öğretmenin isteğini” (onu memnun etmek üzere) yapmasıdır. Buradaki ince detay sonuçları kökten değiştirebilmektedir. (a.g.e)
Konunun kültürel bağlamları da vardır. Türkiye’de öğrenci ya da öğretmen olmakla Finlandiya veya Güney Kore’de olmak arasında farklar vardır. Ülkemizde “eti senin kemiği benim” sözünü biliriz, öğrenciye adeta sonsuz yükümlülük verirken öğretmene de aynı oranda yetki sunmaktadır. Benzer şekilde, aynı kültürel ortamdaki kuşak farklarında da değişiklikler vardır. bk. Y ve Z kuşakları.
Kimi kültürel (geleneksel) ortamlar didaktik yaklaşımı “gerektirir”. Örneğin kimi (çoğu) öğrencilerin emredici ve sert öğretmen profilini daha çok sevmeleri. Eğitimcinin sert olmasının istenmesi ilginç bir çelişki olarak durmaktadır.
“Didaktik yaklaşımın istenmesini” çalışma ortamlarında da gözlemlemek mümkündür. Aklın ve düşünce özgürlüğünün kullanıldığı süreçleri (çoğunlukla) bizzat çalışanlar engelleyebilmektedir. Emredici, net kuralcı, “kötü olmayan bir sertlik” arzu edilendir bu kişilerde.
Koçlukla ilgisi
Buraya kadar sanırım didaktik kelimesinin kullanımına dair bir fikir oluşmuştur. Peki konunun koçlukla ilgisi nedir?
Koçlukta didaktik olmanın artılarını ortaya koyarken eksilerini ayıklamaya çalışırız.
“Çok öğretici görünüyorum, bu ilişkilerimi etkiliyor.”
“Eşim sürekli emir veriyor gibi konuşuyor, sonra da bunu inkar ediyor.”
“Oğlum / kızım! Ben yap dediysem o işi yapacaksınız!”
“Çocuklar, ödevlerinizi niçin yapmıyorsunuz, sözlüye sıfırı basarım görürsünüz.”
Örnekler artırılabilir. Görüldüğü gibi bizi asıl ilgilendiren kısım -yine- “güvende ve güçlü kalabilmektir”. Didaktik yaklaşım, amaca özel ele alınmadıkça herkesi olumsuz etkilemektedir, hatta özgürlükleri (konuşma, söyleme, eyleme geçme açısından) kısıtlayabilmektedir.
Nasıl çözebiliriz
Konuşma, yazma, kısaca iletişim tarzınızı analiz ederek. Siz çevreyi nasıl algılıyorsunuz, çevre sizi nasıl algılıyor? Bunu anlamaya çalışarak.
Bağımsız ve tarafsız gözlemcilerle (örn. bazı arkadaşlarınızla) görüşerek. Bu objektifliği artıracaktır.
Amaçlarınızı, “demek istediklerinizi” ele alarak. Yaşam amacınız nedir? Neyi iletmek istiyorsunuz? Temel anafikriniz, iddianız? Bu soruları irdeleyerek.
Ayna temrinleri yaparak. Yani bol bol kendinize bakarak. Olumlu şekilde kendinizi kritik ederek.
Kendimizde rahatsız olduğumuz bir özelliği fark ettiğimizde, hemen kurtulamıyorsak o özelliğin olası bileşenlerini görmeye çalışarak. Bir şeyi bileşenleri üzerinden analiz etmek hem birçok şeyi olgunlaştırıyor hem de olumsuz yanlarından kurtulmayı kolaylaştırıyor.
Algıların etkisini ele alarak. Bu, kişiyi ezbere iten en önemli etkendir. Adeta bilinçsiz yapılan ama yıkıcı sonuçları olabilen bir detay.
Mini deney ve egzersizler kurgulayarak. Basit düzeyde simülasyonlarla kendimizi yenilemeye çalışarak.
Dikkatli olunmadığında koçlukta da bazı çıkmazlara girmek olasıdır. Örneğin bu metin koçluk teması içinde yazılmaya çalışıldı ama didaktik olmaktan pek kurtulamadı. Hem didaktik olan hem de bunu yapmamaya çalışan, tam sınırda bir yazı ortaya çıktı. Bu noktada, “denilene değil de” denilmek istenene dikkat edilmesini umuyorum.
Sonuç
Bir desen içinde varız. Özgün ve farklı bir desen olmaya çalışırız. Desenin içinde “varlık”, kuşbakışı bakabilmeyi ve desene katkı sunmayı da gerektirir. Bu gerektirme kural değil, yaşamın akışında okunan bir görseldir. Kendini “daha çok var” kılmaya çalışan insan, çelişkilerin ortasında bulunmaktadır.
Aklımızı, duygularımızı, hedeflerimizi, ortaklıklarımızı, karmaşıklaşmalarımızı, sadeleşmelerimizi, yapamayıp da istediklerimizi, istemeyip de yaptıklarımızı, hepsini yönetebilmeyi arzularız.
“En kötü” insan bile değer görmek ve değer bulmak amacındadır. Değersizlik, insanı bitirir. Adeta insan onuru “değer görmeyle” eş hale gelmiştir.
İşte tüm bu ilgiler konuyu koçluğa bağlar, adına koçluk demeseniz bile.
Gelin koçluğa bilinçli (profesyonel) yol arkadaşlığı diyelim. Bu arkadaşlık sosyal arkadaşlıktan (ve kankalıktan) elbette farklıdır. Arkadaşlığın ve kankalığın engellerinden bile arındırılmıştır. İşin içinde teklifsiz bir istişare, gücenmeksizin bir arayış, sonuçta güçlenerek ayakta durma vardır.
Hamle ve savunma aynı anda yapılmalı, bunları engelleyen her kısıt bertaraf edilmelidir.
“Var” mısınız? ;)
Fatih Gökler
_______________
¹ YAVUZ, İlyas; ARSLAN, Selahattin; KEPCEOĞLU, S. Didaktik antlaşması ve öğretime yansıması: değerler tablosu örneği. Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi, 2011, 8.1: 385-409.